İsmail Sarp Aykurt - Turgut Yıldız

soL

METİN KURT

SPORDA BİR KOMÜNİST ÖNDER

Klavyenizin aşağı - yukarı yön tuşlarını

kullanabilirsiniz

Mobil cihazınızda ekranı aşağı-yukarı

kaydırarak ilerleyebilirsiniz

Ekranın sağ alt köşesindeki okları kullanarak ilerleyebilirsiniz

Metin Kurt, mücadele ile dolu o koca yaşamına Kırklareli’nde başlar. Kardeşinin de önemli bir futbolcu ve Galatasaray’da oynuyor oluşu, onu futbol oynamaya daha da yakınlaştıran en önemli nedenlerin başında gelmektedir. Ancak buna sebep olan etkenlerden birisi yalnızca futbol sevgisi de değildir. İhtiyaçlar belirleyici ve baskındır. Öğretmenlerinin okuması konusundaki ısrarları da yetersiz kalır ve Metin Kurt, zaten oldukça yetenekli olduğu bir spor branşında kendisini göstermeye başlar. Atatürk Erkek Lisesi futbol takımında başladığı futbol serüveni, İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü’nde, Alibeyköy Adalet’de, Altay’da, PTT’de ve Galatasaray’da devam eder.

Galatasaray günleri onun futbolculuğunun da isyankâr ruhunun da zirvesidir. Galatasaray’da örgütlediği isyanın etkisinin ne kadar büyük olduğu açıktır. Emekleri heba olan insanların Galatasaray’da aradıkları kişi olmuştur Metin Kurt. O döneme dek çok dillendirilmeyen, ıskalanan bir alanda öncü olmayı bilmiştir. Şimdilerdeki gibi, primler uğruna takım bırakan, ülke sevgisini primlerle ölçen bir karakter onun için kelimenin tam anlamıyla düşmandır.

Karşısına aldığı çok sevdiği Galatasaray olsa da bir an bile tereddüt etmemiştir:

Para kendisine uzatılınca almadı: Hayır! Dedi. Beni arkadaşlarımın arasına almanız zaten en büyük mükâfattı benim için. Ama ter akıtmadığım bir zaferde ter akıtanlarla aynı mükâfata layık olamam. Bu para benim hakkım değil”

Metin Kurt, her daim‘komünist’ olmakla suçlanmaktadır. Para babası simsarlardan, kulüp yöneticilerinden ayrı konumlanır ve sporcusundan malzemecisine kadar birçok işçinin kendisine karşı oluşturduğu güvenini boşa çıkarmaz. Kendisine hakkını, verdiği emeklerini savunmak sanki bir suçmuş gibi yönlendirilen ‘Futbola anarşiyi soktunuz’ suçlamalarına yanıtı sert olur. Bu bir grev ve basın açıklamasına dönüşür.

Yalan haberler yaptırmakta da üstlerine yoktur. Suçlamalar, tehditler ve gözden düşürmek için yapılan, yaptırılan haberler.

Sermaye ile medyası çalışıyordur:

“Metin Kurt sokağa düştü. Fatih Parkı’nda şarapçılarla yatıp kalkıyor”.

Fakat Metin Kurt’un kendisine has ve sağlam iradeli tutumu onu çok sevdiği, taraftarı ve sporcusu olduğu Galatasaray’dan ayrılmaya zorlar. Sermayenin ele geçirdiği tüm takımlarda bu kural zaten geçerlidir. Metin Kurt onlar için artık bir engel haline gelir. O,‘aforoz’ edilecek isimler listesinin başındadır. Artık Metin Kurt bu verimli toprakların en önemli isyan ateşlerinden birini yakmıştır. Bu ateş, onu Kayseri’ye kadar sürüklemiştir.

Metin Kurt, sporun ve spor emekçilerinin kurtuluşunun sermaye düzeninden çıkmakla, onu alt etmekle geleceğini görebilenlerdendir. Bu yolda futbolu bırakmak, kadro dışında bırakılmak ya da amatör takımla çalışmalara katılmak mücadelesinin uzuvlarından yalnızca bir tanesidir.

Metin Kurt, bir tarafıyla masumca ve olanca sevgisi, bağlılığı ile maç izlemeye gelen taraftar ile futbolun kötücül yüzü arasında kalıyor, bu durum kendisini baskılamaya başlıyordu. Kayseri’de verilen futbolu bırakma ve ‘modern dilencilik’ olarak adlandırdığı jübile yapmama kararı onu örgütlü mücadeleye itiyordu. Emekçilerin gladyatörü, sermayenin bir gladyatörüne dönüşemezdi. O, halkına en yakın çizgide, hep halkı ile saf tutmayı yeğledi. Kayseri’de bulunduğu dönemde Maden-İş Sendikası’nın patronlar örgütü MESS’e karşı başlattığı direnişe bir futbol emekçisi olarak destek oluşu ve grevdeki işçiler ile çadırlarda gösterdiği dayanışma, Metin Kurt’u yeniden öne itmişti. Yerel gazetelerde, Metin Kurt’un halktan maden işçileri için para topladığı, hatta o iş kolunda sendikanın gerilememesi için bir metal fabrikasında çalıştığı yazılıyordu.

Metin Kurt’un futbol sonrası ilk deneyimi Politika gazetesi oldu. Burada kendisine yönelen “Futbolu neden böyle sessiz sedasız ve jübilesiz bıraktın” sorularına verdiği cevap, Ben dünyayı ellerinde tutan ve değiştirecek olan emekçi kitlelerinin arasındaki yerini almam gerektiğini anladım oldu. Sermayenin spor aracılığıyla emekçi kitleler ve sporcular üzerinde kurduğu tahakküm Metin Kurt’un tek rakibi haline gelmişti.

"Sporda söylenemeyen ne varsa diyerek çıktık. Şimdi davul boynumuzda, dolaşıyoruz aranızda. Gümbür gümbür gümbürdetin. Bilin ki, çıkan sesler ürkütmez bizleri" diyordu, attığı her adımında…

Metin Kurt, mücadelesini yazılarında da anlatmaya başlamış, spor emekçilerinin bir arada ve örgütlü mücadele etmeleri için politik yönü güçlü çağrılar yapmaya başlamıştı. 1979 senesinde Politika dergisinde yapmış olduğu “Tüm sporcular derneği kurulmalıdır” çağrısı karşılık bulmaya başlamıştı bile. Sporun burjuva siyaset ve sermaye ile doğrudan ilişkili olduğunu vurgulayan ve buna yönelik çalışmalar yapan Metin Kurt, “Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” tekerlemesine “Gerçekte siyaset, sporun baba evidir” cevabını veriyordu.

Ne de güzel özetliyordu dünü ve bugünümüzü… Siyasetsiz spor ne zaman olmuş ki diyordu adeta.Beri yandan, sendikanın teorik yayın organı olan Sportmence günleri hararetli bir şekilde başlamıştı.

Örgütlenme çağrıları, amatör sporcu çalışmaları, sporcular ile kurulan yepyeni temaslar... Sportmence mücadeleye hızlı bir giriş yapmış ve dikkat çekmişti.

Özellikle, konu olarak işlediği ‘faşist ve dinci sporcular gerçeği’ yazıları ya da güncel spor sorunlarına ilişkin yürüttüğü çalışmalar,  günümüze bağlanan bir köprü işlevi görüyordu adeta. Metin Kurt, gerici oyuncuların spor alanına ev sahipliği yapmasına bariyer olacak tüm çalışmaları Sportmence üzerinden örgütlüyordu.

Ancak hızlı girilen gündemler ve verimli geçen Sportmence günleri, ekonomik nedenlerle kesintiye uğradı ve dergi kapatılmak zorunda kaldı. Metin Kurt, bu hakkını daha sonra yeniden kullanmak üzere, antrenörlük ve iş dünyasına zorunlu bir giriş yaptı. Sportmence ile birlikte yürüttüğü Yedikule futbol takımının eğitmenliği de kendisini yorgun ve yıpranmış hissettirmişti. Geçen zaman Metin Kurt’u birçok kulvara sürükledi. Eyüpspor ve Kayserispor’da tüketilen kısa antrenörlük maceraları, geçici süre yürüttüğü pazarlama yöneticiliği, Sivasspor dönemi, Ajans Sportmen, Özgür Ülke ve Evrensel gazeteleri...

Tüm bu süreç, Metin Kurt için mücadelenin katmerlendiği, yoğunlaştığı momentler içeriyordu.

Futbolculuğunda ilginç ve güzel anılar da yaşamıştı. Mücadelesinin yanında taşıyordu futbolu. Özne futbol değil, mücadelesi idi. Yoksa futboluna diyecek bir şey olamazdı. 1970-1973 yılları arasında üst üste üç kez şampiyon olan Galatasaray’ın en önemli parçalarından birisiydi. Şimdilerdeki milli futbol takımından daha farklı günlerde, 70’lerde, 6 yıl aralıksız bir biçimde 26’sı A, 9’U Ümit ve 2’si de A Genç Milli takım olmak üzere toplam 37 kez milli takımın formasını terleten bir futbol emekçisiydi.

Bir milli maçta Halit Kıvanç anlatıyordu onu, futbolunu:

Sahada bir Metin vardı ki, aman Allahım! Topla birlikte gidiyor ve sol çizgiye diziyor rakiplerini, korner noktasına varmadan ortalıyor. ‘Alın atın’ diye, kaç orta yaptı, sayısını maçı seyredenler bile unuttu”.

İlginç ve hoş anılar da biriktirmişti futbol oynadığı zamanlarda. Hepi topu bunlar 8 yıldı, ancak görkemli seçkilerdi.

Galatasaray-Bayern Münih Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçında, Batı Alman Paul Breitner ile karşılaşmıştı bir keresinde. Breitner, sol görüşlü hareketlerden Rote Armee Fraktion (Kızıl Ordu Fraksiyonu-RAF) üyesi bir sporcuydu. Breitner, Metin Kurt’u duymuştu, biliyordu. Çünkü ikisi de sosyalist futbolculardı. Yakınlaşmalarının sebebi ‘eşitlikçi bir dünya kurma’ hayali idi. Breitner’in futbol zekâsından, pozisyon bilgisinden etkilenmişti Metin Kurt. Ve demişti:

Dünyanın en iyi defans adamıydı o zamanlar. Klası şüphe götürmezdi ve bu, futbol zekâsından ileri geliyordu. Demek ki benden daha solcuymuş!”

Metin Kurt, işsiz ve parasız olmanın acı tadını her emekçi gibi tatmış idi, ancak mücadelesinde bunların da olabileceğini hesaba katan birisiydi de... Buna boyun eğecek bir karakter kendisinde zaten yoktu. “Metin Kurt Halk Sofrası” ismi ile kurduğu çorbacı da ‘dostsuz’ kalıyor, pek bir kısa süre içerisinde kapanıyordu. Ancak o sıralarda akıllarda Sportmence ve sendika fikri egemendi.

Bunu sıklıkla dillendiriyordu. Sportmence dergisi benim için öylesine büyük bir idealdi ki, bu ideal için her şeye katlanabilirdim”.

Başka çare yoktu, sendika ve dergi spor alanı için olmazsa olmazdı. Yeniden toparlanmalı, alanı gericilere ve para babalarına bırakmamalıydı. Sermayenin at koşturacağı bir spor alanına katlanılamazdı.

Yaşamsal akış hızlıydı ve bu akışa yine kısa süreli deneyimler karıştı. 2006 senesinde eski takımlarından Yeniçarşı ile buluştu. Buluşma kısa sürdü. Yine olmamış, “Haksız olan, çarpık spor düzeni” demişti.

Yine durmadı, duramazdı. Sonuçta emekçi halkına hizmet etmek onun asli ‘mesleği’ idi. Başka ne yapabilirdi ki hem?

Borçlarla, borçlanarak dergi kuruldu. İlk nüshaları basılan derginin dağıtımı ve organizasyonu bizzat Metin Kurt tarafından gerçekleştirildi. Pek parlak bir durum yoktu gerçi. Ancak dergi çıkmaya devam etti. Sonuçta dergi önemli bir amaca bağlanmıştı. Bu, spor emekçilerinin örgütlü hale geleceği bir sendika kurmak ve örgütlü mücadeleye çağrı yapmaktı.

2009’un Aralık ayında sendika, Spor-Sen, kuruldu. Kritik Dolmabahçe protestosu ise o dönemin nabzını ölçüyor, işçi sınıfına ihanet eden sendika üyeleri Metin Kurt için ve hiç utanmadan kınama cezası öneriyorlardı.

Metin Kurt için Spor-Sen’in ömrü tükenmişti. Aklındaki tek gerçek amaç, işçi sınıfının sendikasını kurabilmekti. İlk sporcu grevinde, ilk sporcu sendikası girişiminde onun adı vardı hep. ‘Futbol oyun olarak güzel, borsada çirkin ve kirli’ derken emekçilerin yanından bir an olsun uzaklaşmayı düşünmedi. Aforoz edilmesi de mücadeleden düşürmedi onu. Sahada da en yakın yerde durmasını da bilirdi halkına…

Ve devam etti…

Metin Kurt, Dolmabahçe eyleminin bir dönüm noktası olduğunu görmüştü. Artık bu duruma seyirci kalmak, işçi sınıfına başka türden bir ihanetti onun için.

Maç şimdi yeniden başlamıştı.

“Bugün bizler ilan ediyoruz ki, bundan böyle hiçbir top emekçilerin kalesine girmeyecek. Bugün bu maç, AKP ile emekçi halkımız arasındadır. Sinmeyeceğiz, susmayacağız, seyirci kalmayacağız, bu maçı alacağız”!

İlk önce Devrimci Spor Emekçileri Sendikası kuruldu. Sportmence ise sendikanın teorik yayın organı idi. Bu sıra dışı bir çıkış, bir meydan okumaydı. Sendika eylemlerine başlamış, özellikle İstanbul’da örgütlenen taraftar eylemi sermaye sınıfını ve gerici siyasal iktidarı rahatsız etmeyi başarmıştı.

Spor emekçileri, sporseverler ve de sendikaları bir aradaydı…

2011 ise, Metin Kurt için özel bir dönemin açıldığı yıldı. Beş yüz bin boyun eğmeyen arayan Türkiye Komünist Partisi’nin milletvekili adayı idi Metin Kurt.

“Siyasette tek kale maç olmaz” demişti. Artık sınıfın partisinde, sporun batakhanesini kurutmak için vardı.Sendika da o dönemde hiç boş durmuyordu. UEFA protestosu, 1 Mayıs eylemleri, yoğun ve hararetli toplantılar… Taraftarlar, sporseverler, spor emekçileri renklerde ya da tezahüratlarda değil, zaten ait olduğu ‘sınıfında’ buluşmalıydı.

2012 senesi ise Metin Kurt’un fiziksel yaşamının sınırına ulaştığı yıl oldu. Ancak bu durum, başka bir görev yüklüyordu onu devrettiği emekçilere. Metin Kurt, 24 Ağustos 2012’de aramızdan ayrıldı. Belki bazı şeyleri yarım bıraktı, ama mücadelesini asla. Metin Kurt, bu toprakların isyan ateşi olmayı, “Sporda da sözümüz var” demeyi sürdürüyor. Sosyalist ilkelere ve eşitlikçi bir düzene hasret karakteri, fiziksel olarak aramızda olmasa dahi “Bana yakışan Türkiye Komünist Partisi’dir, boyun eğmeyenlerin partisidir” dediği günden bu yana onu canlı kılmaya yetiyor da artıyor.

Her uzaklaştırıldığında ‘mücadele yeniden’ diyen bir karakterde idi ‘Çizgi Metin’. Yazmaktan da ürkmedi. Zamanında yazdığı ‘Çakmur, Kavun ve Kıyakçılar’ yazısı ile zamanın spor yöneticilerine, ‘Sporda da sözümüz var’ dedi. ‘Faşist ve Dinci Sporcular Gerçeği’ yazısı da ne güzel özetliyordu dünümüzü, bugünümüzü, yaşananları…

Sistemi ve bunun yarattığı verili futbol düzenini topyekûn sorgulamaya açtı. Çünkü Metin Kurt, ‘Bu düzen değişmelidir’ diyordu. Bunu hiç eksiltmedi dilinden de mücadelesinden de…

Davul boynumuzda geziyoruz aranızda’ derken de tribünlerin hep içerisindeydi…

Metin Kurt; bugün bizimle hala tribünlerde ve tribünlerin, sporcuların mücadelesinin ön saflarında… Ve yola çıktığı ilk gün gibi aynı şeyi söylemeye devam etmekte...Metin Kurt, yüz binlerce emekçinin çalışarak kazandığı paraları işsizlik maaşı olarak alanların, Evet diyerek gericiliğe şapka çıkaranların, kendi çıkarları uğruna Türkiye’nin tüm spor birikimini iğdiş edenlerin karşısına çıkmaya devam ediyor. Metin Kurt’un olduğu yer, emek, alın teri, eşitlik, özgürlük ve boş arsalarda koşan çocukların mis gibi ter kokuları, toprak kokan çorapları ile bezeniyor.

Metin Kurt ve onun çizgisinde tavır alanlar, kavganın ve taraflaşmanın bayrağını taşımaya devam ediyor.

Made with Slides.com